Açık Toplum Vakfı’nın desteği ve Yaşama Dair Vakıf (YADA) işbirliği…
Yüksek Sosyal Etki İçin Sosyal Finansman
Koç Üniversitesi Sosyal Etki Forumu’nun (KUSIF) 22 Eylül’de Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde (ANAMED) düzenlediği Sosyal Etki ve Sosyal Finans Konferansı’nda bu alanda çalışan paydaşlar bir araya geldi. Mikado Sürdürülebilir Kalkınma Danışmanlığı ile Ashoka Türkiye işbirliği ve Avrupa Birliği Erasmus + Programı, UniCredit Vakfı ve Vehbi Koç Vakfı desteğiyle düzenlenen konferansın oturumlarında sivil toplum kuruluşları (STK), sosyal girişimciler, özel sektör, finans sektörü, yatırımcılar, kamu ve fon veren kurum temsilcileri, analistler ve akademisyenler, sosyal girişimcilerin etki yönetimi konusunda kapasitelerini nasıl artırabileceklerini ve finansmana nasıl erişebileceklerini ele aldı. Ayrıca hazırlanan iki yeni rehber, “Sosyal Etki Yönetimi Rehberi” ve “Sosyal Finansman Rehberi” de katılımcılarla paylaşıldı. Konferansın sonunda ise Türkiye’den sosyal girişimlerin yer aldığı bir Sosyal Girişimcilik Fuarı düzenlendi.
Paydaşlar Arası İşbirliği
Günümüzde geleneksel kalkınma yaklaşımlarının büyük zorluklarla karşı karşıya olduğu ve Birleşmiş Milletler’in (BM) 2030 için belirlediği 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi’ni karşılamada yetersiz kaldığı aşikâr. Farklı yaklaşımlara, farklı sistemlere ve farklı araçlara ihtiyaç var. Dünyanın önde gelen işletme okullarından INSEAD’ın Sosyal Girişimcilik Programı Başkanı Hans H. Wahl, konferansta yaptığı konuşmada özellikle sosyal sektördeki yıkıcı inovasyonların finansmanının çok önemli olduğunu vurguladı. Bunun için de özel sektör, kamu, finans sektörü, STK’lar ve sosyal girişimciler arasında işbirliği olması kaçınılmaz. Peki bu kurumlar bu işbirliklerinde nasıl rol oynayabilirler? Wahl’ın bu sorumuza yanıtı şöyle: “Buna tek bir yanıt vermek mümkün değil. Çünkü ülkelere göre değişebilir. Bazı ülkelerde devlet daha güçlü bir rol oynayabilirken bazılarında BM ya da kalkınma ajanslarının daha etkin bir rolü olabilir. Türkiye’nin sahip olduğu büyüklükte bir ekonomide iş dünyasına çok önemli bir rol düşüyor. Oldukça dinamik ve güçlü olan iş dünyasından bazı lider kurumlar da sadece para kazanmak ya da değer edinmenin ötesinde sosyal meselelere de ağırlık veriyorlar. Dolayısıyla Türkiye bağlamında baktığımızda iş dünyasından beklenti epey yüksek olacaktır”.
Destekleyici kurumlar olarak ise “bazen eğitim kurumları, bazen Ashoka gibi gruplar sosyal girişimciliği geliştirme rolünü üstleniyor” diyor Wahl. Sadece müşterilerine değil toplumun tamamı için fayda yaratan sosyal girişimcilerin bu türden destekleyici sistemlere çok ihtiyaç duyduğunu da ekliyor. Hükümetlerin ise yardımcı bir rol oynayabileceğini ancak tek başlarına değil, diğer paydaşlar ve gruplarla işbirliğine dayalı bir yaklaşımın oluşturulmasına ihtiyaç olduğunu da özellikle vurguluyor. “Biz ekosistemdeki bu paydaşları beş gruba ayırıyoruz. Yatırımcılar, hükümet, uluslararası destek kurumları, sosyal girişimciler ve özel sektör. Ülkelere göre değişmekle birlikte her biri farklı roller oynuyorlar”.
KSS Yaklaşımlarında 3 Aşama
Bir işletme okulu olarak sektörlerinde lider şirketlerle çalıştıklarını söyleyen Wahl, bu şirketlerin sosyal açıdan giderek daha fazla sorumluluk aldığını belirterek şu örneği veriyor: “Brezilya’daki Coca-Cola’yı ele alalım örneğin. Daha önceleri bir sosyal girişimcinin yürüttü bir projeyi yürütmeye başladı. Bu sosyal girişimci çok iyi işler yaptı ve neredeyse 20-30 bin kişiye ulaştı. Ama işin yönetimi Coca-Cola’ya geçtiğinde ulaşılan kişi sayısı 20-30 milyona erişti. Kapsamın bu denli genişlemesi artık şirketleri zarar vermekten, daha az sorumluluk sahibi olmaktan ve topluluklarıyla daha az yakın ilişki kurmaktan alıkoymaya başladı. Patagonia, Toms gibi kâr elde eden şirketler de bu yolda ilerliyor”. Kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) yaklaşımlarında ise şirketlerin üç aşamada gelişim gösterdiğini söylüyor: “Birincisi geleneksel KSS. Bazı durumlarda “Greenwashing” (Yeşil Badana) söz konusu olabiliyor. Bu iş, büyük ölçüde halka ilişkiler kampanyası olarak yürütülüyor. Bu konumlarda görev alan kişilerin ise şirketin strateji tarafından değil pazarlama, halkla ilişkiler, reklam tarafından geldiğini görüyorsunuz. Bu da şirketin yönelimi konusunda çok net bir tablo koyuyor ortaya. İkinci olarak da buradaki Koç ve Sabancı gibi şirketleri görüyoruz. Kurdukları vakıflar aracılığıyla sosyal, çevresel vs. faaliyetleri gerçek anlamda destekliyorlar. Görmeye başladığımız üçüncü nesil şirketler ise sosyal sorumluluğu iş modellerine entegre etmiş olanlar. İşlevlerini nasıl daha etkin hale getirebileceklerini, toplulukla nasıl daha yakın ve etkili bağlar kurabileceklerini, nüfusun daha geniş kesimlerine nasıl ulaşabileceklerini ve nasıl daha fazla kişinin fayda sağlayabileceği ürünler üretebileceklerine kafa yoruyorlar”.
İki Uçta Değil, Ortada…
Wahl, bir yanda mümkün olduğunca fazla değer elde etmek isteyen ve diğer her şeyi unutan geleneksel yerleşik şirketlerin olduğunu, diğer yanda da hizmet veren ama bir iş planları olmayan hayır kurumları ya da kâr amacı gütmeyen kurumlar bulunduğunu söyleyerek “ancak bu ikisinin arasında çok büyük bir fırsatlar yelpazesi bulunuyor. Bence farklı şirketler bu iki ucu bir araya getirebilir. Ortada olmanın çok istikrarsız olduğunu düşünenler, nihayetinde ya kâr amacı güden ya da gütmeyen tarafta olunabileceğini savunanlar var. Ama en heyecan verici faaliyetler aslında bahsettiğim bu arada gerçekleşiyor. İnovasyonlar buradan çıkıyor…”
Etki Yönetim için Sorular
Social Value UK’den Ben Carpenter ise etki ölçümünden etki yönetimine geçişin gerekli olduğuna vurgu yaparak, etki yönetiminin daha çok enformasyonu kullanmaya odaklı olduğunu, onu daha pratik hale getirdiğini ve sadece ölçmek için ölçüm yapmaktan uzaklaştırdığını belirtiyor.
Etkiyi yönetebilmek ise sosyal girişimcilerin kendilerine sormaları gereken sorular şöyle Carpenter’a göre:
– Her bir veriyi neden topluyoruz? Bunlar kullanışlı mı?
– Sahip olduğumuz kaynaklarla daha fazla etki nasıl yaratabiliriz?
– Paydaşlarımız/faydalanıcılarımız kimler? Piyasa segmentleri ayrıntılandırılmalı ki her biri için hizmet tasarlanabilsin.
– Her bir paydaş için nasıl değişiklikler gerekli? Bütün değişiklikler pozitif ve negatif olarak analiz edilmeli.
– Her bir paydaş için en önemli olan nedir?
– Bu değişiklikler her şekilde meydana gelebilir mi? Değişme katkıda bulunan başka şeyler var mı?
“Değişimi Benimseyin ve Cesur Olun”
Carpenter’dan erken dönem sosyal girişimcilerin kendi organizasyonlarında etki yönetimi kültürü yaratmaları için 5 tavsiye ise şöyle:
1- Etkiden sorumlu, bu işte hevesli bir yönetim kurulu üyeniz olsun.
2- Ekibinizi etki verisini hizmet sunmada yenilik fırsatı olarak görmeye teşvik edin.
3- Halihazırda etki yönetimi yaptığınızın farkında olun. Zaten bazı bilgilere dayalı olarak değişiklikler yapıyorsunuz. Sadece bunu biçimlendirmeniz ve veri toplamada daha iyi olmanız gerekiyor.
4- Yeter ki başlayın. Bunun bir yolculuk olduğunu ve her zaman iyileştirme yapabileceğinizi unutmayın.
5- Değişimi benimseyin ve cesur olun.