Önemsiyoruz, eğitim ve sosyal fırsatlara akranları ile eş erişimi olmayan…
“Öğrenmek, Pozitif veya Negatif Olması Fark Etmeksizin bir Deneyimdir”
İngiltere merkezli Behind the Closed Doors (BCD) adlı STK, şiddet görmüş kadınlar, erkekler ve çocuklarla İngiltere’nin Leeds kentinde çalışıyor. STK, 2014 yılından beri sosyal etkisini ölçerken bu konuda oldukça yol almış. KUSIF’in davetlisi olarak “STK’lar için Sosyal Etki Yönetimi Programı” kapanış toplantısında bir sunum gerçekleştiren BCD’den Louise Tyne ve Liz Riley ile sosyal etki yönetimini ve ölçümünü kurumlarına nasıl entegre ettiklerini ve bu süreçte sahip oldukları tecrübelerini konuştuk…
Sosyal etkiyi ne zaman ölçmeye başladınız? Böyle bir ihtiyaç nereden doğdu?
Louise Tyne (L.T): İlk olarak 2014 yılında sosyal etkiyi ölçmeye başladığımızı söyleyebilirim. Hizmetlere artan taleplerin sonucu böyle bir karar aldık. Neler sunduğumuzdan emin olmak için hizmetlerimizi yeniden şekillendirmemiz gerekiyordu. Hizmetlerin başlangıç ve son noktasını bilmeliydik. Bizimle çalışan bazı arkadaşlarımız oldukça savunmasız kişilerin sorularını yanıtlıyorlardı ve her şeyi cevaplamaları gerektiğini düşünüyorlardı. Onların, niceliğin değil niteliğin önemli olduğunu anlamaları gerektiğini düşündük ve bu yüzden hizmet verdiğimiz grup için gerçekten neyin değerli olduğuna bakmaya karar verdik. Bir de o dönemde hizmetlerimiz için devam eden fonla ilgili bir endişe duyuyorduk. Yaptığımız işin değerini kanıtlamanın o fonu garanti altına almamıza bir etkisi olacağını biliyorduk.
STK olarak sosyal etki yönetimini ve ölçümünü organizasyonunuza entegre ederken nasıl bir süreci tecrübe edindiniz?
L.T: Eğer ekibimiz bir işle meşgul olacaksa, ekibin farklı seviyelerdeki herkesin en başından itibaren işin içinde olmasını tercih ediyoruz. Bir danışman gelip bizle çalıştı ve ekiple konuştu. Lisa da yönetimle vakit geçirdi ve onlara eğitim verdi. Herkesi bir araya getirdi ve hep birlikte verileri incelediler. Bence bu, bütün süreçte belki de herkesin işin içine katılabilmesi için kritik bir bölümdü.
Liz Riley (L.R): Benim bakış açımdan tamamen bir şanstı. Londra’da aynı ortaklıkta çalışan 13 organizasyon için bazı çalışmalar gerçekleştirdim. Yaklaşık 126 ülkeden insanlar bu ortaklık altında çalışıyorlardı. Ellerinde büyük bir veri olsa da müşterilerin hikayelerine sahip değillerdi ve sahip oldukları veri bir sonuca varamıyordu. Bizim de bunu tamamlamamız gerekiyordu. Talihsiz bir şekilde paralarının neredeyse tamamını da harcamışlardı. Bizim de mümkün olduğu kadar insanla görüşmeler gerçekleştirip bilgi almak için hızlı ve ucuz bir yol bulmamız gerekiyordu. Aklımıza şöyle bir fikir geldi: Bu organizasyonların çoğu kendi dillerinde konuşan kişilerle çalışıyordu. Ben de onların ekiplerine hizmet verdikleri insanlar ile görüşmeler yapmaları için eğitimler verdim. Ve bu yöntem çok işe yaradı. Görüşmelerin ve bilgilerin kalitesi değişkendi ancak işe yaradı. Tercümeyle bu işi yapmaktan çok daha iyi oldu. Ben de birilerini eğiterek bu işi yapmanın mümkün olduğunu biliyordum. Böylece sadece sürecin bir bölümünü anlamış oldular. Aslında oradaki insanlar harikaydı ve bu işe kendilerini verdiler. Benim oraya gidip değerlendirmeyi yapmam gibi olmadı. Bu işi sahiplendiler ve işin içine girdiler. Ben eğitim vermeden sürecin bazı teknik taraflarını da anlamış oldular. Üst düzey ekiple olan son toplantıya kadar nitelik gibi bazı konuları tartışma fırsatı bulduk. Aynı zamanda çok yönlü bir şekilde başka kimlerin ebeveynlik çıktılarına katkıda bulunduğunu konuştuk. Yaptığımız bu ve benzer tartışmalar çok anlamlıydı. Hem süreci hem de organizasyonu daha iyi anlamış oldular.
Takım üyelerini sürece nasıl dahil ediyorsunuz?
L.R: Benim açımdan buradaki anahtar, gönüllerin bu işe katılımını sağlamaktı. Onlar ofiste olmadıkları için görmezden gelmek kolaydı. Kendileri için de ortaya çıkan sonuç oldukça ilginç ve değerliydi. Onlar olaya iki açıdan yaklaşıyordu. Birincisi kendileri için sonuçtan elde ettikleri tecrübeydi. İkincisi ise insanlar için yarattığımız sonuç.
L.T: Gönüllülerle ilgili ilginç bulduğum bir noktaya değinmek istiyorum. Burada iki grup gönüllüden bahsedebiliriz. Eğitimini sürdüren bir grup vardı ve biz nasıl onlardan yarar sağladıysak onlar da eğitimlerinde bizim organizasyonumuzdan yararlandılar ve oldukça tecrübe edindiler. Bir de bir amaç uğruna çalışmak ve kendine olan güvenlerini ve saygılarını kazanmak isteyen bir grup gönüllümüz vardı. Bu gruptan konuştuğum bir gönüllü “Buraya geldiğimde, ailem ne kadar endişelense de çalışacağım. Çalışan biri olarak kendimi değerli ve saygın hissediyorum” demişti. Oldukça duygusal bir yaklaşımdı çünkü ailesi ona saygı duyuyordu. Burada bir anlamda bir yıl boyunca üniversitedekine denk bir tecrübe kazanmış oldular.
L.R: Peşi sıra bütün ekip ve gönüllüler bireyler için yarattıkları sosyal değerlerin ölçülmesinin yönetimine dahil oldular. Birileriyle buluştukları her seferde görüşmelerini veritabanlarına kaydettiler. O kişileri dinlediler ve hikayelerini aktardılar. Gittikleri her görüşmeyi rapor ettiler. Böylece sürece katkılarını fark ettiler. Bir fark yarattıklarının farkına vardılar. Onlara ayrı ayrı anlatmak zorunda kalmadık. Bu farkındalık onların çalışmaları boyunca ortaya çıkan bir şeydi. Bu bana kalırsa çok özel.
L.T: Gönüllüler yaptıkları işin ne kadar önemli olduğu gerçeğiyle birbirlerine de bağlandılar. Bilgiyi daha etkili bir şekilde topladılar. Organizasyonlardaki en büyük değişim çok temel bir noktada gerçekleşti. Bundan dört-beş yıl önce insanlar yapılan başvuru sayısına göre kutlamalar yapıyordu. Şimdiyse kaç kişiyle çalışıldığına bakmak yerine ortaya çıkan sonuca bakılıyor ki bu da büyük bir kültür değişimine işaret ediyor.
Sosyal etkinizi yönetirken hangi noktalara dikkat ediyorsunuz? Özellikle hangi veriyi ölçeceğinize nasıl karar veriyorsunuz?
L.T: Eğer hizmeti kullananlar için sonuçların değerlerini saptayabilirsek ulaştığımız kanıtlara ve göstergelere bakabiliriz ve eğer böyle bir yol izlersek çalışanlar ve gönüllüler kanıtları görebilirler. Burada bir kağıdı alıyoruz ve her tür potansiyel kanıtı içerisine dolduruyoruz. Böylece hem insanlar hem de gönüllüler bunları kullanabiliyorlar. İnsanların bu kanıtları kullandıktan sonra bunların aslında tükenmiş olmadığını fark ettiklerini gördük. Başka göstergeler de var ve insanlar güvenli hissediyorlar.
L.R: Her sonuç için bu gösterge listesini grup olarak toplandığımızda hazırladık. Yönetimden bazı ekipler ve çalışanlar, “eğer birisi sonuca ulaşırsa bunu nasıl görürsünüz, size ne anlatırlardı” gibi sorular yönelttiler. Onlar da bazı örneklerle geldiler. Biz de örnek oluşturacak, mesela “daha iyi bir ebeveynliğin sonuçları nasıl olur” gibi bir şey hazırladık. Gelişen ebeveynlikte neler görebileceklerini ortaya koyduk. Mesela insanların okula gidip çocuklarının öğretmenleriyle yüz yüze konuştuğunu görebilirsiniz. Çocukların rutinleri vardır. Aileler öğretmenlerle çocukların uyuması, uyanması, okul için hazırlanması gibi konuları konuşabilir. Bunlar çok pratik şeyler ama çok uzun bir listeyi oluşturuyorlar.
BCD olarak sahip olduğunuz kaynaklarla en fazla etkiyi yaratmak için nasıl bir yol izliyorsunuz?
L.T: Bence müşteri değerlerinin sonuçları konusunda açık olmamız dolayısıyla bu alanlarda çalıştığımızdan emin olmalıyız. Verilerin sonuçlarını, bize neler söylediklerini test ediyoruz. Her zaman hizmetlerin içerdiği çerçeveyi kontrol ediyoruz. Çünkü hizmetlerin çerçevesini anlamadan çok kolay bir biçimde tahminlerde bulunabiliyorsunuz.
L.R: Bence bu hizmet alanların geribildirimlerinin ötesine geçiyor. İstedikleri hizmetler var. Mesela bu hizmetlerden birini hayata geçirmek istedik. Ancak bunu büyük ölçekte yapmak çok pahalıya mal olacaktı. Küçük ölçekte denedik. Bu denemeyle birlikte fazla miktarda para harcamadık ve bunun işe yarayıp yaramayacağına dair iyi kanıtlara sahip olmuş olduk.
L.T: Potansiyel boşluğu belirlediğimizde yerel fonlardan ufak bir maddi kaynak elde edebilir miyiz diye araştırıyoruz. Böylece bir denemeyi onlara iletebiliyoruz ve bu bizim biraz da öğrenme sürecimiz oluyor. Çok büyük bir risk de değil. Yolda da bazı değişiklikler yapabilmemize olanak sağlıyor bu. Makul bir başarı elde edebileceğimizi kanıtlarsa elimize yatırımcıya sunabileceğimiz bir şey geçmiş oluyor. Yani bir deneme yaparsak, öğrendiklerimizi yatırımcıyla paylaşabileceğimizi anladık ve bunu gerçekten çok seviyorlar. Sizi açık, şeffaf ve dürüst bir organizasyon olarak görüyorlar.
L.R: Bu sihirli bir değnek değil. Size otomatik olarak parayı vermiyorlar. Mesela, BCD’nin şöyle bir örneği var: Çocuklarla okulda çok güzel bir iş yaptık. Kısmen önleme üzerineydi. Aile içi şiddeti yaşamış çocuklara yardım etmeyi hedefleyen ve öyle bir durumda ne yapacaklarını anlattığımız bir projeydi. İngiliz hükümeti tarafından fonlanmıştı. Bittiğinde yeni bir yatırımcı bulamamıştık. Sosyal değer hesaplamasını yapmamıştık. Bunu yapabilir ve fazlaca sosyal değer üretebilirdik. Ancak insanlar bunun için para ödemekle ilgilenmediler. Proje devam edemediği için herkes hayal kırıklığına uğramıştı. Bunun bir değeri olduğunu biliyorduk. Eğitim otoritelerinin buna önem verdiğini de biliyorduk. Ancak onların bu işe ne kadar değer verdiklerinin farkında olması gerekiyordu. Bunu her zaman organizasyonlar yapmaz.
L.T: Bence organizasyon olarak öğrenmek, pozitif veya negatif olması fark etmeksizin bir deneyimdir. Böylece yaptığınız işi ileriye taşıyabilirsiniz. Biraz önce bahsettiğimiz çocuklarla ilgili projede öğrendiklerimizi aile projemizde uyguluyoruz. Her şeyin birbiriyle bağlantısı olabilir.
L.R: Bu aynı zamanda Louise’in daha önce bahsettiği nokta ile de ilgili. Burada önemli olan odak. Misyon ve amaç oldukça açık. Bilgi olmadan başka şeylere geçmek mümkün ancak biz bunu yapmıyoruz. Bize birisi fırsat verirse değerlendiriyoruz veya fırsatı yaratıyoruz. Ancak iyi bir şey olduğunu bildiğimiz fakat bizim alanımız olmayan konularda zamanımızı, enerjimizi ve çabamızı fazla harcamıyoruz.